Türk Dilleri Mi, Türkçe’nin Lehçeleri Mi?

Sıkça duyarız, birçok kişi Kazakların Kazak Türkçesi, Azerilerin Azeri Türkçesi vs. konuştuğunu söyler. Bu kişilere göre Sibirya’dan Baltık Denizi’ne Kuzey Buz Denizi’nden Basra Körfezi’ne kadar tek bir Türkçe var. Bu devasa coğrafyada o tek dil ufak farklılıklarla konuşuluyor; işte bunlara Türkçenin lehçeleri deniyor, yani Kazak Türkçesi, Azeri Türkçesi vs. Ancak bu görüşün objektif bir temeli yok, tamamen ideolojik; iki ayağını da Pantürkist dünya görüşüne basıyor: Tek bir Türk milleti vardır ve bu millet Türkçe konuşur. Aslında, zikrettiğimiz coğrafyada kaç tane Türk dili var tam olarak belli değil; ama en muhtemel olasılık birden fazla Türk dili olması.

Şimdi öncelikle, akraba iki farklı konuşma biçimi, yani iki varyant, iki ayrı dil mi, yoksa bir dilin iki lehçesi mi, bu soruyu nasıl cevapladığımızı görelim. Sonra da bu perspektiften “Türkçe”nin durumuna bir göz atalım. Bundan sonra da dil/lehçe sınıflandırmasının kimlik inşası sürecinde bir sihirbaz hilesi olarak nasıl kullanıldığını göreceğiz.

İki farklı varyantı konuşan insanlar birbirini anlamıyorsa bu insanlar iki ayrı dil konuşuyor demektir. Muhtemelen Keçuva dili bilmiyorsunuzdur.

Peki, biri sizle bu dilde konuşsa anlar mısınız? Bu saçma sorunun cevabı “Hayır!” tabii ki. Peki, neden anlamazsınız? Bu ikinci saçma sorunun cevabı da “Benim bildiğim dillerden farklı bir dil de ondan!” nevinden bir şey tabii ki. Yani elimizde gayet doğal ve sıradan bir gözlem var: Farklı dilleri konuşan insanlar birbirlerinin dillerini bilmiyorlarsa birbirlerini anlamazlar. Pek bir işe yaramaz gibi görünen bu gözlem aslında ta 1950’lerden beri “karşılıklı anlaşılabilirlik testi” adıyla dilbilimciler tarafından kullanılıyor. İki ayrı varyant konuşan insanların birbirini ne derece anladığını ölçerek, varyantlarının ayrı diller mi yoksa aynı dilin lehçeleri mi olduğunu anlıyoruz.

Elimizde standartlaşmış bir test ve bu testten türemiş bol miktarda başka anlaşılabilirlik testi türü var. Bu testler düzenli olarak yapılıyor; literatürde de bu testlerin dünyanın dört bir yanındaki farklı varyantlara uygulandığı onlarca makale var. Ayrı diller oldukları şüphe götürmeyen Keçuva dili ve örneğin Türkçe arasında bu test pek anlamlı olmayabilir. Ama ne oldukları konusunda farklı görüşler bulunan Azeri Türkçesi ve Türkiye Türkçesi ya da Kazakça ve Türkiye Türkçesi arasında bize ilginç sonuçlar verecektir. Şimdi o konuya geçelim. 

Karşılıklı anlaşılabilirlik testi ışığında tek bir Türkçe olduğunu söylemek imkansız; farklı farklı Türk dilleri olduğunu söylememiz gerek. Örneğin, rahmetli Talat Tekin Hoca “Türk Dilleri Ailesi” yazısında muhtelif Türk dillerinden cümleler verip bize bunları anlayıp anlamadığımızı soruyor. Tuvacadan bir örnek: “Siler kaynâr bar çor siler?” Siz de yazıyı okuyanların birçoğu gibi muhtemelen bir şey anlamadınız. Aslında çok basit bir cümle; “Siz nereye gidiyorsunuz?” demek. Talat Hoca da verdiği cümleleri anlamadığımız gözlemine istinaden Çuvaşça, Yakutça, Tuvaca, Hakasça, Altayca, Kırgızca, Özbekçe, Uygurca, Tatarca, Başkurtça, Kazakça, Nogayca, Karaçayca-Balkarca, Kumukça, Karayimce, Türkmence, Azerice ve Gagauzcanın Türkçeden ayrı diller olduğuna kanaat getiriyor.

Bana sorarsanız sekiz on cümleyi anlayıp anlamadığımıza göre kesin bir sonuç çıkarmak biraz basite kaçan bir yaklaşım; kesin sonuçlara varabilmek için daha kapsamlı testlerin yapılması gerek. Ancak Talat Hoca’nın yazısı şu iki açıdan önemli: Bir, bize Türk dil ailesinin üyelerinin ayrı diller mi yoksa aynı dilin lehçeleri mi olduğu konusunda iyi bir ilk izlenim veriyor. İki, tartışmayı tamamen spekülatif ve ideolojik bir düzlemden verilerin temel olduğu bilimsel bir düzleme çekiyor. Biz de Talat Hoca’nın yolunu izledik ve öğrencim Nurmelik Özipek’le Türk dil ailesinin birkaç üyesi üzerinde anlaşılabilirlik testi yaptık.

Çalışmamızda anadili Türkiye Türkçesi olan kişilere Azeri Türkçesi, Özbekçe ve Kırgızca testler verdik. Bulduğumuz sonuçlar şöyle: Anadili Türkiye Türkçesi olan kişiler Kırgızcayı sadece %7 anlıyor, yani neredeyse hiç! Özbekçe %19 ile birazcık daha fazla anlaşılıyor. Azeri Türkçesi de diğer ikisinden daha fazla anlaşılıyor: %61 ile ihtimalle Türklerin en iyi anladığı Türk dili. Gagavuzca üzerine henüz bir çalışma yapmadık, onun daha fazla anlaşılma ihtimali var.

Şimdi, bu anlaşılabilirlik seviyelerinden çıkan sonuç şu: Kırgızca ile Özbekçe Türkiye Türkçesinden ayrı diller; tamam akrabalar ama ayni dilin lehçesi değiller. Azeri Türkçesinin durumu biraz farklı: İlk iki dil kadar az anlaşılmıyor ama Türkiye Türkçesiyle kesinlikle aynı dildir demeye yetecek kadar fazla da anlaşılmıyor. Bu gibi durumlarda bir makro dil ile karşı karşıya olduğumuz sonucuna varırız, yani lehçeleri birbirinden hayli uzaklaşmış ama henüz kopup ayrı birer dil olmamış diller. Muhtemelen bir iki yüzyıl sonra Türkiye Türkçesiyle Azeri Türkçesi birbirinden iyice uzaklaşacak ve ayrı birer dil olacak.

Peki nedir bu Türkiye Türkçesiyle Azeri Türkçesini kapsayan makro dil? Buna Batı Oğuzcası diyebiliriz. Bu makro dilin sınırlarını henüz bilmiyoruz. Gagavuzcayı da kapsıyor olabilir ama muhtemelen Türkmenceyi kapsamıyor: Kısa bir süre önce bir öğrencime Türkmencenin Türkiye Türkçesi konuşucuları tarafından anlaşılabilirliğini ölçen bir pilot çalışma yaptırdım; sonuç %30 civarında çıktı, yani Türkmence ile Türkiye Türkçesi artık birbirinden kopup ayrı diller olmuş. Özetle, Türk dil ailesinin üyelerinin durumu ampirik bir mesele; merak ediyorsak, karşılıklı anlaşılabilirlik testini kullanarak ölçüm yapıp veri toplar, bunlara göre belli sonuçlara varırız. Diğer araştırmacıların topladığı verileri ve vardığı sonuçları güvenilir bulmuyorsak akademik edep ve usul çerçevesinde eleştirimizi getirebilir, alternatif çalışmamızı yapabiliriz. İdeolojik dayatmalara mahkûm olmak zorunda değiliz.

Dillerin ve lehçelerin birbirine göre “mesafe”si siyasi dünyada aslında fazlasıyla manipüle edilen bir şey. Birbiriyle akraba dillerin ayrı diller olmadığı, tek bir dilin farklı lehçeleri olduğu söylemi karşımıza çok çıkıyor. Bunun tersi de sıkça dile getiriliyor: Aynı dilin farklı lehçelerine ayrı diller gibi bakılabiliyor. Bu tamamen siyasi kimliklerin inşası ile ilgili bir durum: “Biz” kim olduğumuzu düşünüyorsak, kimin “biz”den olmasını istiyorsak onu algısal olarak kendimize yaklaştırıyoruz. “Öteki” olduğunu düşündüğümüz, “öteki” olmasını istediğimiz grubu da algısal olarak kendimizden uzaklaştırıyoruz. İşte böylece Yakutlarla kendi dillerimizi kullanarak anlaşmamız imkânsızken bize aynı dili konuştuğumuz söyleniyor.

Hani hepimiz tek bir milletiz ya… Ya da Kürt milliyetçileri Zazaca Kürtçeden ayrı bir dilken – aralarında karşılıklı anlaşılabilirlik yok – Zazacaya Kürtçenin lehçesi diyorlar; çünkü Kürt kimliği içine Zazaları da katıyor, bunu Zazaların Kürtçe konuştuğunu söyleyerek pekiştirmek istiyorlar. Tamamen aynı durum Çin dilleri için de geçerli; aynı nedenlerden ötürü hepsine Çincenin lehçeleri dedirtiyorlar. Bunların hepsi aslında bildiğiniz siyasi propaganda! Tam tersi durum için verilebilecek örneklerse şunlar: İsveççe, Norveççe, Danca; Hintçe, Urduca; Sırpça, Hırvatça, Boşnakça vs. Bu grupların her biri arasında karşılıklı anlaşılabilirlik ya tam ya da çok yüksek; yani aynı dili konuşuyorlar.

Ancak çeşitli nedenlerden ötürü birbirlerini öteki olarak görüyor ve bu algıyı karşı tarafın farklı bir dili konuştuğunu söyleyerek pekiştirmek istiyorlar.
İdeolojilerin tasarladığı ve bize bellettiği bir sanal gerçeklik var. Kendimizi, diğerlerini, dilleri, dinleri, ülkeleri vs. bu tasarıma göre sınıflandırıyor, dünyamızda belli yerlere oturtuyoruz. Ancak çoğu kez objektif gerçekliğin o tasarımla çok fazla ilgisi olmuyor. Objektif gerçeklik ile sanal gerçeklik arasındaki uyuşmazlığı fark etmek ve bu farkındalığın gereklerini yerine getirmek de bizim sorumluluğumuz.

WeCreativez WhatsApp Support
Merhaba Size Nasıl Yardımcı Olabiliriz?